Ünlü blogger Koray Caner Öztürk ile mesleğini ve Türkiye'deki modayı konuştuk.
Eğitiminizi ne üzerine aldınız? Serüveniniz nasıl başladı?
2009 yılında ODTU Endüstri Mühendisliğinden mezun oldum.
Mezun olduğumda o işi yapmayacağımı biliyordum. O yüzden ona alternatif olarak
yapabileceğim ne olur diye düşünüyordum. O zamanlarda da reklam tarafına ilgim
olduğunu düşündüm. Kısa sürelik reklamcılık kursuna gittim. Temel şeyleri
öğrenmek nedir ne değildir diye anlamak için. Sonra işin daha yaratıcı kısmı
ilgimi çektiği için burada bir şey yapar mıyım diye düşünüyorum. Bu arada da
boşken blog yazmaya başladım. Tam anlamıyla sıkıntıdan yazıyordum. Evde otururken
yapacak bir şey yoktu. Ankara’da okudum ama ailem Karamürsel’deydi. Orası küçük
bir yer. Yapacak hiçbir şeyim olmadığı için internete sarmak zorunda kaldım.
Önce günlük gibi başladı. İşte bugün şunu izledim. Pazara alışverişe gittim.
Yemek yaptım gibi şeyler yazıyordum. Zaman içinde paylaşmak istediğim konuların
daha çok modayla, life style ile ilgili şeyler olduğunu anladım. Sonra yönünü o
konulara çevirdim. Arada kaçamak oluyordu tabii. Konser, etkinlik ya da bir
yerde yemek olunca onları da yazıyordum. Benim hayatım artı moda yazıları gibi
bir şey oldu. Blog iş yapamaya başladıktan sonra da blogla ilgili yaptığım
projeler yer almaya başladı.
Sosyal medya kanallarında yaşıyorum diyebilirim. Bir yere
gidiyorum orada check-in yapıyorum. Facebook’a fotoğraf koyuyorum. Birkaç Tweet
atıyorum. Instagram, Google Plus hepsini kullanıyorum. Sonra onlardan bir
şeyler toparlayıp blogu yazıyorum. 4 yılı geçti. Dünyadaki birkaç ünlü moda
markasıyla çalışma şansım oldu. Burberry, Giorgio Armani, Dolce & Gabbana.
Hatta ilk Dolce & Gabbana ile çalışmıştım. Türkiye’de kimseyle iletişim
kuramazken, onlar beni bir şekilde bulup, arayıp blogla ilgili proje yapmak
istemişlerdi. Son iki senedir de Mercedes-Benz Fashion Week İstanbul ile
çalışıyoruz. İki sezondur birlikte proje yapıyoruz. Tasarımcılarla röportaj
yapıyorum. Bir sene Harpers Bazaar ile çalıştım. Yabancı tasarımcılar, ‘It
girl’, sektörden insanlarla röportajlar yaptım. Bir yandan da OXOX The Mag’e
yazılar yazıyordum. Hala daha bazı dergilere yazılar yazıyorum ama freelance
olarak çalışıyorum. Bir yandan da iki yıldır sosyal medya ajansında
yöneticiyim. Digital pazarlama kısmındayım.
Bu iş nasıl yürüyor?
Galiba bugüne kadar ben hiçbir şey yapmadım. Onlar beni
buluyor. Dolce & Gabbana beni bulmuştu mesela. Sonuçta bütün bu markalar
globalde ‘Kimle çalışmalıyım?’ ‘Basında kimle olmalıyım?’ diye onlar arayıp
buluyor. Ben de marka tarafına geçince anladım. Bakıyorum ‘Aa ben bununla
çalışayım’ diyorum. Pek çok markamda proje teklifleri onlardan bana gelmiştir.
Ful hazır olan paketler gelmez. Ellerinde bir şey olur ben onlara opsiyon
atarım. Şöyle bir çekim yapabiliriz. Şöyle bir kampanya yürütebiliriz. Şu kadar
sürer. Beğendiklerini uygun gördüklerini geliştiririz. Defile tarafında da,
eski adıyla daha İstanbul Fashion Week’e davet edilmezken Amerika’dan
İngiltere’den davetiyeler alıyordum. Tabii onlarda digital daha çok geliştiği
için her şeyin farkındalar. Ben burada İstanbul için daha davetiye sorarken
yurtdışından davetiyeler geliyordu. Mercedes’e bir tek ben gittim. Bir şeyler
yapmak isterim diye. Konuştuk anlaştık. İlk sezon güzel olunca ikinci sezon
onlar tekrar istediler. Yaptığım işler
görülünce bir şey ispatlamam da gerekmiyor. O yüzden ben gitmiyorum onlar
geliyor.
Her gelen işi kabul ediyor musunuz?
Her işi almıyorum. Gelen her markayla çalışmıyorum. Yaptığım
projeden daha fazlasını ret etmiş olabilirim. Sonuçta ben ve adım bir marka.
Herkesin adı bir markadır. Benim markamla onun markasının yan yana gelmesini
istemeyebiliyorum ya da bana nasıl bir fayda sağlayacağı gibi şeyleri
düşünüyorum. Çok farklı skalada markayla iş yaptım. Sadece premium markalarla
çalışayım diye bir şey yok. Sonuçta bizi
takip eden insanlarda her şeyi alabilecek insanlar değil. Her seviyede yerine
geçebilecek şeyler de istiyorlar. Prada defilesi izliyorum. Oradaki çantayı
alamayacaksa benzeri olabilecek o sezonun modasını yansıtabilecek alternatifini
bulmak gerekiyor. Önemli olan benim markayı sevmem. Markayı ben hiç
kullanamadıysam, ilk defa görüyorsam insanlara bunu tavsiye edemem. Bunu
diyebilmem için bilmem kullanmam lazım. Biz çok fazla proje yaptığımız için
reklam deniyor. Güvenilir kalmak önemli. Beni uzun süredir takip edenler
biliyor kabul ediyor. Mesela Mercedes ile proje yaptığımda, tasarımcılarla
röportaj yaptım. Yeni bir şey sunuyorum. Bunu yaparken röportajı arabanın
içinde yapıyorum. Arabayla kombinliyorum. Uzun süredir takip edenler ‘Aa yine
ne güzel bir şey yapmış’ diye düşünürken, yeni takip etmeye başlayanlar hemen
altına ‘reklam’ yazıyorlar. Para teklif ediliyor, bir artı sunuluyor diye her
işe girmiyorum.
Türkiye’de modayı nasıl değerlendiriyorsun?
Moda sektörü bizim bildiğimizin çok dışında
büyüyen bir şey.
Gazetelerin magazin ekine çıkan iki tane kızken aslında arkada çok büyük bir
sektör var. Tekstil tarafı çok büyük. Bizim bilmediğimiz bir dünya şey var. Bu
sezon 30 küsur tane defile vardı. İnsanlar gelip gidiyor, konuşuluyor. Hareket
var diyorsun belki kendince ama tasarım özelliği olan kaliteli kumaş kullanan
bundan iki sene sonra hatırlayacağın çok az defile oluyor. Diğer 30 tanesi ne
yapıyor İstanbul’da ya da biz izlemek için zorlanırken ne yapıyoruz. Tabii
gelişme var. Bu biraz digital’in gelişmesiyle de alakalı. Her şeyi çok kolay
bulabiliyorsun. Bundan 10 sene önce modacı olsan bir yerden bir şeyi kopyalayıp
yapsan kimse görmediği için 1 numara olacaktın. Şu an böyle bir şey yapınca
hemen benzerini bulup oradan kopyalamış diyebiliyoruz. Bir de her şey çok çabuk
eskiyor. Önümüzdeki kışın ürününü biz mart ayında görüyoruz. Defile gazetelere
çıktı. Televizyonda izledin. Bloga yazdın. Mart sonu olmadan biz onu ezberledik
bitti. Kış geldiğinde aynı şeyleri görmek bizi heyecanlandırmıyor.
Türkiye’de de genç arkadaşlar heyecanlılar bir sürü şey
yapıyorlar. Başarılı birkaç isim de var ama ben hala gidecek çok fazla yolları
var. Bu dışarıdan belli oluyor. Uzun yıllardır Türkiye’de moda tasarımının
içinde, Osmanlı motifleri koyalım. Türk tasarımları olsun. Ay yıldızlı yapalım.
Etnik bir şeyler koyan tasarımcılar vardı. Bunu iyi yapan var kötü yapan var.
Hatice Gökçe mesela bu işin erkek tarafını çok iyi yapıyor. Çünkü bunun
tarihini okuyor, kitaplarını okuyor, akademik olarak inceliyor. Saatlerini
harcıyor. Oradan bir şeyler yakalıyor ve onu tasarımına yansıtıyor. Görünce
diyorsun ki bu etnik dokunuşları olan Türk tasarımcı. Dolce & Gabbana son
iki sezondur tamamen Sicilya konuşuyor. Erkek tarafında özellikle pantolonlarda
t-shirtlerin kol boyları üzerindeki baskılar dokunuşları görebiliyorsunuz. Bunu
çekinmeden rahat rahat herkes giyebiliyor. Bizde öyle olmuyor. Şehirlilik
kısmına geçerken çok da bırakmadık bir şeyleri arkada. Aynısını giydiğin zaman
bizde öyle algılanmıyor. Gerçekten öyle giyinen insanlar var. Aynı otobüse
biniyorsun. Bir yerde yanında oturuyor. Şimdi o adam moda olduğu için mi yapıyor
gerçek hayatı öyle olduğu için mi öyle yapıyor. Bizde o ayrım olamıyor.
Tasarımın kumaş kalitesinden fark eder iş. Dolce t-shirt’ünün kalitesiyle,
dikişinin kalitesiyle gerçekten onu giymiş bir damın pantolonunun kalitesi aynı
değil. Kumaşın kalitesinden dikişinden bu bunun normal kıyafeti dersin. Ama
moda için giyen birini gördüğünde fitinden kesiminden duruşundan anlarsın.
Birinin çok daha pahalı olduğu ve moda için yapıldığı belli oluyor. Türkiye’de yaşıyoruz
hala moda adına çok büyük şeyler olduğunu düşünmüyorum. Güzel uygulamalar da
var tabii. Hatice Gökçe dediğim gibi bu işi iyi yapıyor. Ben ondan bir aba
almıştım. O kadar kalın değil örgü bir şey. Ben onu yurt dışında defilelerde
giydiğimde çok dikkat çekiyor ve inanılmaz fotoğraf çekiyorlar. Fit ve keskin
çizgileri var belki onlar da görünce ‘Aa bak Türk diyorlardır. Hatice’nin
dışında bence burada yerel tasarım yapanların dokunuşları daha güzel.
Çukurcuma’da Civan var. Sadece erkek çalışıyorlar. Eski kumaşlardan kendi
stillerine göre küçük dokunuşlar yapıyorlar. Biraz öyle şeyler yapmak lazım.
Anadolu’da erkeklerimiz kasket takıyor biz de onu yapalım demekle olmuyor. İyi
yapabiliyorsanız o başka tabii.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder